XX. Yüzyıl Başlarında Dünya Konu Anlatımı

Karatay

Merhaba arkadaşlar size bu yazımızda Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi Konuları hakkında bilgi vereceğiz. Yazımızı okuyarak  bilgi sahibi olabilirsiniz. XX. Yüzyıl Başlarında Dünya? sorusunun cevabı aşağıda sizleri bekliyor…

XX. Yüzyıl Başlarında Dünya

I.Dünya Savaşı ve Sonuçları

Nedenleri
Savaşların yaşanmasının özel nedenleri olmakla birlikte genel nedenleri vardır. Dünyanın büyük ülkeleri, küçük ülkeleri istedikleri şekilde yönlendirebilirler ve ülkelerin yer altı kaynaklarını da istedikleri gibi kullanabilirler. Fransa’nın uzun dönem sömürgesi altında tuttuğu Afrika ülkeleri bunun en açık örneklerindendir. Ancak bazı ülkeler, büyük ülkelere karşı güçlerini gösterebildikleri için bu ülkeleri işgal altında tutmak zorlaşır ve bu da “ülkeler savaşının” dünya savaşına dönmesine neden olur. Birinci dünya savaşı nedenleri şunlardır;

» Ham madde ve sömürge arayışı,
» Almanya ile İngiltere arasında yaşanan ekonomik rekabet,
» Silahlanmanın hızla yayılması,
» Fransız ihtilalinin neden olduğu “milletçilik” akımının etkisi,
» Fransızların “Alsos-Loren” bölgesini Almanlardan geri istemesi,
» Devletler arasında meydana gelen bloklaşma,
» Rusya ile Avusturya’nın Balkanlar üzerinde çıkar çatışmasına girmesi,
» Siyasi birliği geç tamamlayan Almanya ile İtalya’da siyasi dengelerin değişmesi, birinci dünya savaşının nedenleridir.

Sonuçları

» Birinci Dünya Savaşının en önemli sonuçları maddeler halinde şöyledir:
» Tarihin o güne kadar gördüğü en kanlı savaştır. Toplam olarak, yaklaşık 40 milyona yakın insan öldü veya yaralandı.
» Avrupa’nın siyasi haritası değişti. İmparatorluklar parçalandı, birçok yeni devlet kuruldu.
» Avrupa’da güç dengeleri değişti. Almanya zayıflarken İngiltere ve Fransa ön plana çıktı.
» Savaşı kaybeden devletler ağır şartlara mahkum edildiler. Bu durum İkinci Dünya Savaşını doğuran faktörlerden biridir.
» Avrupa’da yeni siyasi ideolojiler ve rejimler ortaya çıktı.
» Milletler Cemiyeti kuruldu.

Sovyet Sosyolist Cumhuriyetler Birliği’nin Kurulması

Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Birliği, Rusya İmparatorluğu’nun 1917’deki büyük Ekim Devrimi’yle yıkılmasından sonra aynı topraklar üzerinde kurulan ve 1991’e kadar varlığını koruyan Sovyetler Birliği ya da SSCB olarak da bilinen devlettir.

SSCB, Viladimir İlyiç Lenin’in başkanlığındaki Bolşevik Partisinin 1917’de iktidarı ele geçirmeye başlamıştır. Devrimin gerçekleştiği sırada Rusya, Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletlerinin safında yer almıştır. Bolşevik Partisinin ilk önemli icraatı ise Brest Litovski Antlaşması ile Rusya’yı savaştan çekmek olmuştur. Bu antlaşma sonunda Rusya; Finlandiya, Litvanya, Polonya, Ukrayna, Batum, Kars ve Ardahan’ı bırakmak zorunda kalmıştır.

Bu tarihten sonra Bolşevik Hükümeti Meşrutiyetçiler, Demokratlar, Menşevik Partisi’nden Sosyalistler ve Enternasyonelciler gibi siyasi rakipleriyle mücadeleye başlamıştır. Bu rakipler, sonunda, monarşiyi tekrar kurmak isteyen beyazlarla birleşmiş ve ülke bir iç savaşa sürüklenmiştir. Bolşevikler, büyük ve yabancı devletlerce desteklenen uzun yıllar boyunca sürekli yenilenen Lev Troçki’nin liderliğindeki Kızılordu ile çarpışmıştır.

Bu büyük devletler, en önemli amaçları olan Rusya’daki ekonomik etkinliklerini sürdürmek ve Bolşevik İhtilali’ni tersine çevirmek için kendi seçtikleri rejimi yerleştirmeyi denemişlerdir. Eski rejimin imtiyazlıları arasında olan Kazakların da ayaklanmasıyla Bolşevikler Aralık 1917’de Çeka Örgütünü kurarak sistemli terör hareketlerine girişmişlerdir.

Beyazlar, müttefiklerinin bütün yardımlarına rağmen kendi aralarındaki rekabet nedeniyle yenilmişlerdir. Bolşevikler Çar II. Nikola ve ailesini öldürmüş (Temmuz 1918) ve Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanya çökünce Rusya, Brest Litowski Antlaşması’nı tanımadığını açıklamıştır.

Bolşevikler, kaybedilen toprakları yeniden işgal etmeye başlamıştır. Güneyde başarılı olan Bolşevikler, Kuzeyde tutunamayıp 1920’de Litvanya, Estonya, Letonya ve Finlandiya’nın bağımsızlıklarını kabul etmişlerdir. Moskova, bu tarihten itibaren Ruslaştırma siyasetini bırakarak dil ve kültür muhtariyetlerini tanımıştır. Ülkenin ismi Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olarak değiştirilmiş ve bu özerklikler 1924 Anayasası ile tanınmışlardır.

Bolşeviklerin Almanya ve Macaristan’daki bu girişimleri, Kızılordu’yu yenemeyen müttefiklerini ciddi biçimde endişelendirmiştir. Bu ülkeler, Bolşeviklerin yayılmasını önlemek için “sağlık koridoru” olarak adlandırılan Finlandiya, Baltık Devletleri, Polonya ve Romanya’ya destek vermeye başlamışlardır.

Orta Doğu’da Manda Yönetimlerinin Kurulması

Orta Doğu, İran hariç olmak üzere, l. Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı egemenliği altındaydı. XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin askerî ve siyasi gücünün iyice zayıflamasıyla birlikte Orta Doğu toprakları İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ve İtalya arasında rekabet alanı hâline geldi. İngiltere, Fransa ve Rusya l. Dünya Savaşı sırasında yaptıkları gizli antlaşmalarla Orta Doğu’yu paylaştılar.

Mc Mahon (Mac Mohan) Antlaşması (1915)

İngiltere ile Mekke Şerifi Hüseyin arasında yapılmıştır. Şerif Hüseyin’e Arap Devleti Krallığı ve halifelik sözü verilmişti. Buna karşılık Şerif Hüseyin de İngiltere’ye Arap ülkelerindeki ekonomik girişimlerde öncelik tanıyacaktı.

Sykes Picot (Saykıs Pikot) Antlaşması (1916)

İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalandı.

Rusya: Doğu Anadolu, Doğu Karadeniz ve Boğazları;
İngiltere: Ürdün, Irak ve Filistin’i; Fransa: Suriye, Lübnan, Adana, Antep, Urfa, Maraş ve Musul’u alacaktı.
1917 İhtilali sonrasında savaştan çekilen Rusya’nın gizli antlaşmaları açıklaması ve Wilson Prensipleri ile ABD’nin gizli antlaşmaları kabul etmeyeceğini belirtmesi, İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’ya yönelik planlarına zarar verdi. Ancak ABD’nin I. Dünya Savaşı sonrasında tekrar yalnızlık politikasına dönmesi, İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’da serbestçe hareket etmesini sağladı. I. Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte Orta Doğu’da az gelişmiş ülkeleri, bazı büyük devletlerin vesayetine bırakmak anlamına gelen manda rejimleri kurulmuştur. Böylece İngiltere ve Fransa gibi devletler yeni sömürgeler kazanmışlardır.

San Remo Konferansı (18 – 26 Nisan 1920)

I. Dünya Savaşı’ndan galip ayrılan devletler, Osmanlı topraklarını paylaşmak ve Osmanlı ile yapılacak olan Sevr Antlaşması’nın şartlarını görüşmek üzere İtalya’nın San Remo şehrinde bir araya geldiler.

Fransa: Suriye ve Lübnan’ı aldı.
İngiltere: Irak, Filistin ve Ürdün’ü aldı. Daha önceden işgal etmiş olduğu Mısır ve Kıbrıs’ı resmen kendisine bağladı. Filistin’de Yahudilere ulusal bir yurt verilmesini öngören 1917 Balfour Deklarasyonu da antlaşmaya dâhil edildi.

İngiltere ve Orta Doğu

Orta Doğu toprakları, 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılması ve XIX. yüzyılın sonlarında bölgede petrol rezervlerinin bulunmasıyla daha da önem kazandı. Almanya’nın Hicaz Demiryolları projesiyle bölgede üstünlük sağlaması, Uzak Doğu’daki sömürgelerine ulaşmada en kısa yol olarak Orta Doğu’yu kullanan İngiltere’yi rahatsız etti.

Arabistan Yarımadası

II. Abdülhamit, Orta Doğu’da milliyetçiliğe bağlı ayaklanmaları önlemek için İslamcılık politikası izlemiş ve Şerif Hüseyin’i İstanbul’da tutmuştur. İttihat ve Terakki yönetiminin İslamcılık politikasını terk etmesi ve Şerif Hüseyin’i Arabistan’a göndermesini çok iyi değerlendiren İngilizler, bağımsızlık vaadiyle Orta Doğu’daki yerel liderleri Osmanlı’ya karşı kışkırttılar. Hicaz Emiri Şerif Hüseyin kendini “Arap Ülkeleri Kralı” ilan ederken oğullarını da Irak ve Ürdün’e tayin etti. Ardından 5 Mart 1924’te halifeliğini ilan ederek bölgede konumunu güçlendirdi. Bu durumdan rahatsız olan Necd Emiri Abdülaziz İbni Suud, Şerif Hüseyin’e savaş açtı. Savaştan galip ayrılan İbni Suud kendini Hicaz ve Necd Kralı ilan etti. İngiltere’nin 1927’de tanıdığı krallık 1932’de Suudi Arabistan Krallığı adını aldı. Suudi Krallığı’nın bir Amerikan şirketine petrol ayrıcalığı vermesiyle birlikte ABD bölgeye girmiş oldu.

Yemen

Arap Yarımadası’nda İngiltere’nin ilgilendiği bir diğer bölge de Yemen’di. Yemenlilerin I. Dünya Savaşı sırasında işgal edilen topraklarını İngilizlerden kurtarmak için başlattıkları mücadeleye İtalyanların yardım etmesi üzerine İngiltere, Yemen’in bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı (1934).

Irak

İngiliz sömürge yollarını Akdeniz’den Basra Körfezi’ne kadar birleştiren Irak toprakları, İngiltere için büyük bir öneme sahipti. Irak’ta kendi politikalarını destekleyen bir yönetim kurmak isteyen İngiltere, Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı Irak krallığına getirdi. Bu durumu kabul etmeyen Iraklıların başlattığı mücadele, İngiltere’nin 1930’da Irak’a bağımsızlık tanımasına kadar devam etti. 1938’de Irak yönetiminin İngiliz yanlısı Nuri Sait Paşa’nın eline geçmesi, İngiltere’nin Irak üzerindeki egemenliğini sürdürmesini sağladı.

Ürdün

1922’de İngiltere’nin mandası olarak kurulan Ürdün’ün sınırları ve yönetimi Milletler Cemiyetinin kararıyla belirlenmiştir. Ürdün 1946’da bağımsızlığına kavuşmuştur.

Filistin

İngiltere’nin Filistin’de “Yahudi yurdu” kurma çalışmalarının (1917 Balfour Deklarasyonu) Wilson Prensipleri gereğince ABD tarafından da desteklenmesi günümüze kadar devam eden karışıklıklara yol açmıştır.

Mısır

1882’de Mısır’ı işgal eden İngiltere, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesi üzerine bölgeyi topraklarına kattığını açıklamıştır. Wilson Prensiplerinin yayımlanmasıyla bölgede hızlanan milliyetçilik ayaklanmaları, İngiltere’nin 1922’de Mısır’a bağımsızlık tanımasıyla başarıya ulaşmıştır. Ancak İngiltere, Süveyş Kanalı ve Mısır’daki yabancıların haklarını korumayı üzerine alarak Mısır’daki egemenliğini dolaylı olarak sürdürmüştür. Mısır halkı, Süveyş Kanalı koruyuculuğunu bırakması ve Mısır’daki askerlerini geri çekmesi konusunda İngiltere’ye yoğun baskılarda bulundu. Yapılan antlaşmaya göre İngiltere; Mısır’dan çekilecek, Süveyş Kanalı’nda sürekli asker bulunduracak, saldırı hâlinde Mısır’ı koruyacaktı. Böylece İngiltere bölgede nüfuzunu korumuş oldu.

Fransa ve Orta Doğu

Suriye ve Lübnan San Remo Konferansı’nda Fransa’ya bırakılmıştı. Suriye’yi işgal eden Fransa, bölgeyi sıkı bir askerî denetim altına aldı. Topraklarını iki kat artırdığı Lübnan’ı. Suriye’den ayırdı. Fransa’nın bölgeden tamamen çekilmesi 1946 yılında gerçekleşti.

Uzak Doğu’da Yeni Bir Güç: Japonya

XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar derebeylik (feodal) düzenin hâkim olduğu Japonya, dış dünyaya kapalı bir ülkeydi. Şogun adı verilen ordu  komutanı, bu derebeylerin en güçlüsünden seçiliyordu. Asıl güç Şogun’un elindeydi. İmparator sembolik olarak devletin başındaydı. Batılı devletler ticari gerekçelerle Japonya’yı kapılarını kendilerine açması için zorlamaya başlayınca 1854’te Batılı devletlerle ticari anlaşmalar yapıldı. Ancak Japonya’nın Batı’ya açılımı, ülkede tepkiyle karşılandı ve anlaşmayı imzalamakla suçlanan Şogun yönetimi, ülke üzerindeki etkisini kaybetti. 1867’de genç yaşta tahta geçen İmparator Mutsuhito’nun aydınların Batı tarzı yenilikler yapılması fikirlerine destek vermesiyle Japonya’da “Meiji Restorasyonu” denilen reform süreci başlamış oldu.

1867’de genç yaşta tahta geçen İmparator Mutsuhito, Japonya’yı batıya açacak köklü ve kalıcı reform süreci başlattı. Bu döneme “Meiji Restorasyonu” (Aydın Hükümet Dönemi) denir. Ancak bu reformlar, halk ve samuraylar tarafından tepkiyle karşılandı. Hükümetin kararlı adımlarıyla reformlar hayata geçti.

Bu reform sürecinde yapılan yenilikler ise şunlardır:
» 1868’de feodal düzen yıkılarak Batı tarzı hükümet kuruldu.
» Hukuk düzeni, Prusya-Alman modeline göre yeniden düzenlendi.
» Eğitim alanında yapılan yenilikler sonucu yüksek bir okuryazarlık oranına ulaşıldı.
» Takvim değiştirildi.
» Giyim kuşamda Batı örnek alındı.
» Çağdaş bir bankacılık sistemi oluşturuldu.
» Çağdaş düzenli ordu kuruldu, Prusya’dan uzmanlar getirildiği gibi Japon subaylarda eğitim için Avrupa’ya gönderildi, , İngiltere’den de donanma kurulmasında faydalanıldı.
» Dışarıdan çağdaş silahlar satın alınırken yerli bir silah sanayisi de kuruldu.
» Ulaşım ve haberleşmeye önem verildi. Demir yolları ve telgraf hatları döşendi.
» Gerçekleştirilen bu reformlarla kısa sürede gelişen Japonya XIX. Yüzyılın sonlarında güçlü ve zengin devlet hâline geldi.
» Hızla sanayileşen Japonlar hammaddeye duydukları ihtiyacı karşılamak için Asya kıtasına doğru yayılmacı bir politika izlemeye başladı.
» Çin’in yönetimindeki Kore’yi ele geçirmese de, Batılı devletler ve Rusya’nın tepkisi nedeniyle elde ettiği toprakları » Çin’e geri verdi.
» Çin toprakları Japonya ve Rusya arasında rekabet alanı hâline geldi. Rusya ile Japonya arasında 1904-1905 savaşı çıktı. Rusya bu savaşta yenilerek Çin ve Kore üzerindeki etkisini kaybetti. Japonya bir süre sonra Kore’yi topraklarına katarken Rusya ve Çine karşı elde ettiği başarılarla Uzak Doğu’da yeni bir güç olarak ortaya çıktı.

Dünya Ekonomik Krizi

Büyük Buhran, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı veya pek bilinmeyen ismiyle Büyük Depresyon, 1929’da başlayan (etkilerini ancak 1930 yılının sonlarında tam anlamıyla hissettiren) ve 1930’lu yıllar boyunca devam eden ekonomik buhrana verilen isimdir. Buhran, Kuzey Amerika ve Avrupa’yı merkez almasına rağmen, dünyanın geri kalanında da (özellikle de sanayileşmiş ülkelerde) yıkıcı etkiler yaratmıştır.

Büyük Bunalım en çok sanayileşmiş şehirleri vurmuş, bu kentlerde bir işsizler ve evsizler ordusu yaratmıştır. Bunalımdan etkilenen birçok ülkede inşaat faaliyetleri durmuş; tarım ürünü fiyatlarındaki %40-60’lık düşüş, çiftçileri ve kırsal bölge nüfusunu kötü etkilemiştir.[1] Talebin beklenmedik düzeyde düşmesi nedeniyle madencilik alanı buhranın en fazla etkilendiği sektörlerden biri olmuştur. Büyük Buhran farklı ülkelerde farklı tarihlerde sona ermiştir.

1929 Bunalımı temelde ABD’de borsanın çöküşüne ithaf edilse de; o yıllarda yeryüzündeki ekonomik koşullara, krizin büyüklüğü ve etkisine bakıldığında Büyük Dünya Bunalımı adını almayı hakettiği açıkça görülmektedir. Bunalım dünyada 50 milyon insanın işsiz kalmasına, yeryüzündeki toplam üretimin %42 oranında ve dünya ticaretinin de %65 oranında azalmasına neden olmuştur. 1929 yılına kadar dünyada oluşan diğer krizlere bakıldığında dünya ticaretinin en fazla %7 oranında düştüğü düşünülürse 1929 bunalımının ne derece etkili olduğu tahmin edilebilir.

Dünyayı bu denli etkileyen büyük bunalımı sebep ve sonuçları ile anlayabilmek için öncelikle I. Dünya Savaşı sonrasında dünyada oluşan ekonomik ve sosyal koşulları göz önünde bulundurmak gerekir.

I. Dünya Savaşı dolaylı ya da doğrudan tüm dünyayı etkilemekle beraber, savaş sonrasında oluşan dünya tablosundaki en önemli figürler gerek yaşadıkları değişimler gerek dünya ekonomisine etkilerinden dolayı ABD, Birleşik Krallık ve Almanya oldu.

Savaşa kadar dünyada hegemonik güç sayılan İngiltere, kan kaybeden bir ülke durumuna geldi. Savaş sonrası Amerika’dan alınan borçla yeniden kurulan altın standardıyla değer kazanan pound, İngiliz ihracatının azalmasına sebep oldu. Daha az ihracat daha fazla altının dışa akımına bu da yeniden borçlanmaya neden oldu.

O yıllarda Almanya ise Amerika’nın savaş sonrasında istediği tazminat sorunuyla karşı karşıyaydı. Ekonomisi durma noktasına gelen Almanya, tazminat sorununa çözüm olarak para basmayı denedi. Bu para Amerika tarafından kabul edilmediği gibi Almanya’da hiperenflasyona neden oldu. Daha sonra tazminat sorunu 1924 yılında Amerika’nın önerdiği Dawes Planı ile çözülmeye çalışıldı. Bu plana göre ABD Almanya’ya yeniden yapılanması için kredi verecek; yapılanmasını tamamlayan Almanya daha sonra ABD’ye borçlandığı tazminatı ödeyecekti.

12. Sınıf Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi Konuları için Tıklayınız

12. Sınıfta Yer Alan Diğer Ders ve Konuları için Tıklayınız

 

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

BİR YORUM YAZIN

Soru: 40 + 6 kaçtır?


Basari Sıralamaları